Bu kent efsanelerin ve efsunların kentidir. Topkapı Sarayı'na gitmiş olanlar bilir. Dünyanın en değerli elmasları arasında gösterilen, şekli kaşığı andıran, adı da zaten Kaşıkçı Elması olan bir elmas ziyaretçilerine parıldar. Kimine göre Tekfur Sarayı yakınlarında bir çöplükte bulunmuşturur ve bulan kişi bir kaç tahta kaşığa değiş tokuş eder. Kimine göre ise oğlunu sürgünden kurtarmak isteyen Napolyon Bonapart'ın annesinden, Osmanlı Devleti'ne isyan eden bir vali satin almıştır. Kelleyi kaybeden valinin eşyalarına da el konulur. Böylece Kaşıkçı Elması İstanbul'un yolunu tutar. Hangi hikaye doğru olursa olsun, bir elmasa baktığınızda gözünüzü kamaştıran elmasın ışıltısı değil, İstanbul'un derinliğidir.
Hiç Ayasofya'nın batı girişinde bulunan kuzu kabartmalarına dikkat ettiniz mi? Fatih İstanbul'u fethettiğinde Ayasofya neredeyse bin yaşındaydı. Fethedildiğinden bugüne geçen süre ise daha altı yüz yıl olmadı. Bugün baktığımızda gördüğümüz Ayasofya aslında aynı yerde yapılan 3. Ayasofya'dır. İlk yapılan Ayasofya bir yangında kül oldu. İkincisi ise büyük bir ayaklanmada (Nika İsyanı) isyancılar tarafından yıkıldı. Bu ayaklanmada otuz ila elli bin kişi şuan üzerinde Sultan Ahmet Meydanı bulunan hipodromda katledildi. İsyan bastırıldıktan sonra Justinanus tarafından bugün de ayakta olan bu olağanüstü mabed inşa edildi. Söylenenlere göre Justinanus açılışında ellerini havaya açıp Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nı kastederek ‘'Seni geçtim Süleyman'' diyerek bağırmış. Bugün her iki din için de kutsal olan Ayasofya bir mabed olmanın dışında imparatorluklar tarihiyle oluşmuş gizemleriyle, hikayeleriyle konuşulmayı, keşfedilmeyi bekliyor.