Alışveriş Sepetiniz

ARKEOLOJİ VE TARİH

Arkeoloji nedir? Arkeolog kimdir? Arkeolojinin bilime ve insanlığa katkıları nelerdir? gibi sorular çeşitli yerlerde defalarca anlatılmış, açıklanmıştır. Kelime olarak bakarsak, "arkeo - eski", "logos - bilim" demektir, Kazı Bilimi de denir...  Arkeoloji bundan çok daha ötesidir. Bu söylem yetersizdir, eksiktir. Arkeoloji insana dair ne varsa inceler; mimarisi, tapınakları, surları, evleri, sarayları, kervansarayları, mezarları, gömü çeşitleri, ırkları, genleri, kemikleri, iskeletleri, inanışları, tanrıları, tanrıçaları, efsanevi yaratıkları, kapsar. Bununla da bitmez; ölü dilleri, yazıtları efsaneleri, mitosları, şiirleri, destanları, deyişleri. Sanatı; keramikleri, duvar resimlerini, kabartmaları, heykelleri, betimlemeleri, müziği, tiyatrosu. Hatta, mühürleri, eski ticaret yolları, sikkeleri. Yasaları, kuralları, gündelik hayatı. Ve daha nicelerini...

Sadece insan olsa iyi; florası, faunası, göç yolları, coğrafi değişimleri, tarihi coğrafyası, madenleri, göletleri, barajları, ağaç halkaları, tohumları ve bunun gibi çeşitli alanları.

Ve dolayısıyla arkeolog, konusunda uzmanlaşmak zorunda olsa da geniş bir ilgi alanına sahip olmak durumundadır. Sezgilerine güvenmek zorundadır. Arkeolog farklı bir bakış açısı ile bakmalıdır. Biraz romantik, biraz edebi olmalıdır. Sayın hocam Prof. Dr. Taner Tarhan'ın da dediği gibi "Matematikçi formüllerini yazabilir, içine ruh katmak zorunda değildir ama bir arkeolog göç eden leylekleri edebi bir dille anlatmak zorundadır."

Kanımca, Arkeoloji Bilimi'nin en güzel yanı arkeolog ebeveyn olmak ve arkeolojiyi, tarihi çocuklarla paylaşmak, onlara sevdirmektir. Çocuklara efsaneleri anlattıkça görürsünüz ki; prensesiniz, artık kulede boş boş oturarak prensini bekleyen kız olmak istemez. O'nun gelecek hedefi; kuvvetli, cesur, ata binen Amazon kraliçesi olmaktır. Tabi güzelliğinden ödün vermeden... Pamuk Prenses'inizin Wonder Woman'a dönüştüğünü görürsünüz. Köleliği, Osmanlı Harem'ini anlatırsınız. Çocuğunuz "Yaşasın Cumhuriyet" der, anlar kıymetini. Müze gezerken birlikte heykellerin kim olduğunu tahmin etmekten büyük bir keyif alırsınız. Birlikte gezmek, plan yapmak, birlikte okumak zevk haline dönüşür.

Bir gezimizde oğlum surlara uzun uzun baktı. "Bu surları yanlış restore etmişler, dendaneleri kapatmışlar, okçular nereden ok atacak?" dedi. Bunu dediğinde mercimek kadar minicikti. Etraftaki insanlar bir çocuğa bir surlara baktılar, dendane nedir anlamaya çalıştılar. Daha da önemlisi bu çocuk nasıl biliyor da yorumluyor diye şaşkınlık içinde kaldılar. İyi ki arkeolog olmuşum dediğim anlardan biridir.

Çocuk ile ilişki kurmak için de çok doğru bir alandır arkeoloji. Bir yerden mutlaka ortak bir konu yakalarsınız. Kimi gerçekten meraklıdır, kocaman gözlerle dinler, kimi ise sadece dinozorlarla ilgilenir veya mitoloji ile veya silahlar ile ama yine ilgilenir. Hiçbiri ile ilgilenmeyen bir kız çocuğuna Roma Dönemi ayakkabıları, giysileri, Mısır uygarlığı'nın makyajını, antik takıları anlatmaya başlarsınız, kulaklar birden açılır. Çocuğunuzun koleksiyon yapmaya başladığını fark edersiniz. Kendince kıymetli mini müzelerini oluşturmaya başlarlar. Bazen hayal kırıklıkları da yaşatırsınız Noel Baba'nın aslında kim olduğu, Paskalya Tavşanı'nın acı gerçeği, Nuh'un Gemisi'ndeki kavgaları, at vücutlu Kentauros'ların aslında ata binen Hitit'ler olduğu gibi.

Biz büyükler için de arkeoloji sohbetleri, kaliteli zaman geçirmek, farkındalıklarımız artması için iyi bir aracıdır. Örneğin bir akşam yemeğinde restoranda oturuyorsunuz. Belki yeni tanıştığınız bir grup, belki bir iş yemeği. İşte size hemen kullanılacak bir tarih sohbeti: Restoran Kelimesi nereden geliyor biliyor musunuz? Paris'te Fransız Boulunger tarafından çorbacı dükkanı açılır. Çorba o dönemde yiyecekten ziyade şifa aracı olarak görülmektedir. Boulunger dükkanın kapısına bir afiş asar. Afişte, "Çorbalarım sizlere sadece şifa vermeyecek, tadları ile ruhlarınızı da onaracaktır (restore edecektir)" yazar. İlk pazarlama örneklerinden olan bu afiş ile restoran kelimesi günümüze kadar gelmiştir.

Yaşadıklarımız, bildiklerimiz, anılarımız sohbetlerimizi yönlendirir. İnsanlığın yaşadığı binlerce yıllık anıları tarih ile, arkeoloji ile kendi sohbetlerimizin zevkli ana konuları haline getirebiliriz.

Örneğin hiç unutmam bundan 400 bin yıl önce Homosapiens büyükannem kızkardeşi ile böğürtlen toplamaya gider. Üçüncü kız kardeş ise mağarada kalıp mağara duvarlarına resim yapma kararı almıştır. Erkekler daha iyi avlansın, yanardağlar daha az patlasın, mağaraya vahşi hayvanlar dadanmasın diye... Belki daha başka fikirleri de vardı ama bilemiyoruz.

Büyükannemin boğazına düşkünlüğü ve dolayısıyla bizlere intikal etmiş olan büyük kalçaları yüzünden iki kardeşin başlarına gelmeyen kalmaz. Neanderthal bir adamla karşılaşırlar ve aralarında tek taraflı bir aşk doğar. Bu görüşme sonunda, olan olduktan sonra kaçan büyükannem mağaraya sığınır. Diğer kız kardeş ise Neanderthal tarafından götürülür ve bir daha hiç haber alınamaz. Çünkü nesilleri tükenmiştir.

Kaçan büyükannemin bir süre sonra ikizleri dünyaya gelir. İkizlerden biri farklıdır. Herpes virüsü taşımaktadır, daha doğurgandır, biraz daha kaba. Henüz tütün keşfedilmemiş olduğu halde tütün bağımlılığı da genlerinde vardır. Bayağı sessiz bir çocuktur. Diğer çocuk ise oldukça zeki -adı üstünde sapien-, konuşkan, daha alımlıdır. İnce kemiklidir, zaten az yer. O gün mağarada yalnız kalıp ayılar tarafından yenen teyzesinin çizdiği duvar resimlerini işte o tamamlamıştır.

Şaka bir yana, Biz Homo sapiensler olarak eskiden yalnız değildik. Uzun zaman önce, çok daha fazla insan çeşitliliği vardı; Homo sapiens, yaklaşık 300.000 yıl önce soyu tükenmiş tahmini sekiz insan türü ile birlikte yaşadı. Sadece 15.000 yıl kadar önce, mağaraları Denisovalılar olarak bilinen başka bir insan türüyle paylaşıyorduk. Ve fosilleşmiş kalıntılar, türümüz ortaya çıkmadan önce dünyada çok daha fazla sayıda erken insan türünün yaşadığını gösteriyor. Şu anda bir insan türü var ve bu tarihsel olarak gerçekten garip. Çok uzak geçmişte değil, o kadar özel değildik, ama şimdi geriye kalan tek biziz.

Peki biz neler yaptık? Mağaralardan çıktık, avcılık, toplayıcılığı bıraktık, yerleşik hayata geçtik. Tarımı başlattık, hayvanı evcilleştirdik, şehirler kurduk, dinler yarattık. Neolitik devrimi gerçekleştirdik. Öküzü olan, sabanı olan topraklarını büyüttü. Derebeylikleri oluştu, köleliği keşfettik. Sıra madenlere geldi bronzu keşfettik, güçler değişti. Bronzu en iyi kullananlar, silahlar yapanlar güçlendi. Krallıklar kurduk. En önemlisi de yazıyı bulduk. Bilgilerimiz, adetlerimizi, inandıklarımızı, savaşlarımızı, zaferlerimizi yazıyla herkese anlattık. Yenildiğimizde yazılı belgeler sustu. Ticareti öğrendik, kervanlar, yollar oluşturduk. Demir madeninin keşfi ile mimaride, tarımda, sulama kanallarında, güçlü silahlarda değişimler oldu ve Demirçağı uygarlıklarını kurduk. Parayı keşfettik, yine dengeler değişti. Ardından göçler, savaşlar hiç bitmedi. Çağlar değişmeye devam etti. Ortası, Yakın'ı, Yeni'si gibi. Büyük seferler yapıldı, imparatorluklar, şehir devletleri kuruldu, yıkıldı. Kıtlıklar, hastalıklar karanlık çağlar yaşadık. Rönesanslar, reformlar gördük. Cumhuriyeti keşfettik, fark ettik. Hatta uzaya gittik, aya çıktık. Bilgi çağına geldik. Hayatımıza internet girdi, Facetime ilişkileri, emojili mesajlar...

Nereden nereye geldik. Peki nereye gidiyoruz? Tüm bunların cevapları tarih ve arkeolojide gizlidir. Atatürk'ün de dediği gibi: "Çağdaş uygarlığı anlayabilmek, insanlığın ilk uygarlıklarını doğru tanıyabilmekle mümkündür".  Tüm tarih boyunca gelmiş geçmiş en yüce insanın ismini anarak bitirmenin zevki ile...

 

Baha Batıkan
Arkeolog, Eski Çağ Tarihçisi