Önce küçük bir balıkçı kasabası olarak kurulur bu kent, Körler Ülkesi Kalkedon'un (Kadıköy) karşısına. Adına da kurucusu Byzas'ın şerefine Bizantium denilir. Sessiz, şirin bir Yunan kolonisiyken Romalılar kenti ele geçirir ve imparatorun oğlunun adı verilir kısa süreliğine; Augusta Antonina. Sonra Büyük Konstantin 11 Mayıs 330'da büyük bir kutlamayla Roma İmparatorluğu'nın yeni başkentini ilan eder. Adı da hazırdır; Nova Roma yani Yeni Roma. Tutmaz bu isim halk arasında. Konstantin ölür ve kentin adına Konstantin'in şehri anlamına gelen Constantinopolis denmeye başlar. Zamanla sadece poli yani kent denir. Osmanlılar kenti Romalılardan aldıktan sonra çok çeşitli adlar kullanır ama tüm dünyada bu kent Constantinopolis olarak dillere yerleşmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise işgalci batılıların bu kenti hala bu isimle andığını gören halk İstanbul adını kullanmaya başlar. Cumhuriyet kurulur, harf inkılabı gerçekleşir. Artık kentin adına Constantinopolis denmesi yasaklanmıştır. Batıdan bu adla gelen postalar geri gönderilir. Artık kentin adı bugün kullandığımız haliyle İstanbul'dur. Bu, İstanbul'un hikayesi.
Kuruluşu M.Ö. 7. Yüzyıla kadar giden İstanbul'un geçirdiği isim değişikliği bile başlı başına bir tarih okumasını bize belirtir. Hikayeleri, savaşları, kahramanlıkları, ihanetleri, aşkları her çağda farklı şekillerde yeniden yeniden oluşur. Napolyon Bonaparte'ın "Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti kesinlikle İstanbul olurdu." dediği iddaa edilir. Gerçekten de çok uzun yüzyıllar İstanbul dünyanın Merkez şehri olarak görülmüştür. İstanbul'u Bizans zamanında ziyaret etmiş seyyahların yazılarından da bunu teyit ettiği görülür. Hatta Ayasofya'yı görüp hristiyanlığı tercih etmiş sayısız insanlardan da kaynaklarda bahsedilir. İnsanın söylerken bile tüylerini diken diken eden 1204 Haçlı işgalinde malesef kent 57 yıl boyunca yakıp yıkılmıştır ve Türkler kenti ele geçirene kadar da bir daha eski günlerini yakalayamamıştır. Fatih Sultan Mehmet kentin bitik durumda olduğunu gördüğünden, yeni bir imar faaliyetine girişmiş, nüfusun artması için çeşitli teşviklerde bulunmuştur. Bununla ilgili büyük tarihçimiz Halil İnalcık İstanbul'a ilk etapta Bursa'dan müslüman ahaliyi getirdiğini ve kentin içler acısı halini ahalinin özetle ‘'Bursa dururken bu yıkıntı şehirde yaşanmaz'' diyerek geri dönmek istediklerinden bahseder. Yine bugün Aksaray olarak bildiğimiz semt de, Aksaray ilinden getirilen insanların buraya yerlleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Ticaret hayatı oldukça zayıflayan şehri canlandırmak için Kapalıçarşı kurulmuştur. Zanaati geliştirmek için Osmanlı topraklarında dağınık halde yaşayan Yahudi halk Balat civarına yerleştirilmiştir. Şehri başkent ilan eden Büyük Konstantin'in ise Roma senatosu üyelerini İstanbul'a taşınması için zormaması Fatih'ten 1100 yıl önce benzer bir amaca dönüktür. Hatta Roma'daki yoksul halka eğer İstanbul'a taşınırlarsa ekmek garantisi verileceği taahhüt edilmiş ve uzun yüzyıllar bu taahhüt yerine getirilmiştir. Görüldüğü üzere gerek Roma-Bizans, gerek Osmanlı zamanından İstanbulla ilgili küçük bir dipnotla bile uçsuz bucaksız bir tarih yolculuğu bizleri bekliyor.
Animo Akademi olarak hikayeleri, efsaneleri ve dipnotlarıyla adeta bir müze şehir olan bu kenti yeniden keşfetmeyi ve hakettiği değeri kazandırmayı amaçlıyoruz.